Çarşamba, Nisan 30, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 341

Duolingo’da En Çok Öğrenmeye Çalışılan 7 Dil

Eğer akıllı telefonunuz varsa ve dil öğrenmeye çalışıyorsanız büyük ihtimal Duolingo’ya sahipsinizdir. Dil öğrenmeyi ödüllü bir oyuna dönüştürmeyi deneyen uygulama, tam da şu anda pek de kibar olmayan bir şekilde İspanyolca kelime alıştırmanızın geciktiğini söylüyor olabilir.

Başka kaç kişi İspanyolca öğreniyor ve bu kişiler nerelerde yaşıyorlar?

Duolingo, geçenlerde bu gibi sorulara bütün Dünya ülkelerindeki 120 milyon kullanıcısını kapsayan istatistiksel bir çalışmayla cevap verdi. Şirket, sunduğu 19 dilden her ülke için en popüler olanını belirledi.

İngilizce açık arayla baskın fakat bir uyarı: Bazı kullanıcılar için İngilizce, Duolingo’nun anadillerine çeviri sunduğu tek dil. Örneğin Tayca konuşanlar için verilen dersler sadece İngilizce. Yine de bu, Duolingo’nun belirttiğine göre kullanıcılarının %53’ü tarafından çalışılan dil olan İngilizceye karşı duyulan evrensel ilgi gerçeğini değiştirmiyor. Türkçe, listede 7. sırada yer alıyor.

İşler, ülkeler bazında ikinci en popüler dile geldiğindeyse daha da ilginçleşiyor. Burada Fransızca başı çekerken peşinden İspanyolca, Almanca ve Portekizce geliyor.

Ülkeler bazında ikinci en popüler dil
Ülkeler bazında ikinci en popüler dil
Duolingo

Verilerde başka gariplikler de var. Haritaya göre İsveç’teki en popüler dil İsveççe. Duolingo araştırma başkanı Bozena Pajak, yazısında bunun ülkeye gelen göçlerle ilgili olduğunu belirtiyor. Pajak şöyle yazmış:

2015 yılında her altı İsveçliden biri İsveç dışında doğmuş.

Bozena Pajak Norveç ve Amerika Birleşik Devletleri gibi yüksek göç alan diğer ülkelerde de insanların büyük bölümünün ülkelerinin resmi dillerini öğrenmeye çalıştığını belirtiyor

 

Kaynak: Evrim Ağacı

Test – Türkiye Ne Kadar Okuyor?

Kim, ne zaman, ne kadar kitap okuyor?

Türkiye’nin okuma alışkanlıklarına dair soruları yanıtlayabilir misiniz?

Testi çözüp yanıtları görebilirsiniz:

Test için tıklayın

22 Mart Dünya Su Günü’nde, Su ile İlgili Bilmeniz Gereken 22 Gerçek

Bugün 22 Mart Dünya Su Günü. Dünya’daki yaşamın kaynağı için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 22 Mart 1993’te kabul edilen bir karar ile 22 Mart Dünya Su Günü ilan edildi.

İlk kez 1992’de Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda önerilen “Dünya Su Günü”, gerek BM üyelerinin, gerekse diğer dünya ülkelerinin giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması ve çoğaltılması konusunda somut adımlar atılmasının sağlanmasında teşvik olması amacıyla bu isme bir gün adamak anlamında oluşturuldu.

Biz de su hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak adına sizin için 22 adet bilgiyi bu listemizde topladık:

1- İnsan vücudunun %50 ile %65’i sudan oluşmaktadır. Bu oran yeni doğmuş bebeklerde %78’e kadar çıkıyor.

2- Dünya’nın %70.9’u sularla kaplıdır ve bu suyun miktarı 1,386,000,000 kilometre küptür. Bunun %97’si tuzlu sudur, %2.7’si ise buzullarda donmuş bir şekilde bulunmaktadır.

3- İnsanlığın kullanabileceği göl, ırmak, dere vb. gibi tatlı su kaynaklarının yüzdesi ise sadece %0,3’tür.

4- Dünya’nın atmosferinde tüm ırmaklardan daha fazla su vardır. Eğer havadaki su buharı eşit bir şekilde yeryüzüne düşerse, Dünya’nın her noktası 2,5 cm derinliğinde su ile kaplı olurdu.

5- 2050 yıllına kadar suya olan talebin yüzde 55 artış göstermesi bekleniyor. Tatlı suyun yüzde 70’i tarımda kullanılıyor. Artan nüfusu beslemek için gıda üretimi 2035’e kadar yüzde 69 artacak.

6- Dünya Sağlık Örgütü günde yaklaşık 22 litre suyun insanların temel kullanım ve temizlik ihtiyacını karşılayabileceğini belirtiyor.

7- Türkiye’de kişi başı günlük ortalama su miktarı ise 217 litre. Üç büyük şehrimizde kişi başı günlük ortalama su miktarı İstanbul için 189, Ankara için 227 , İzmir içinse 173 litre olarak ölçülmüş.

8- Türkiye’de suyun yüzde 72’sinin sulama, yüzde 11’inin sanayide, yüzde 16’sının içme ve kişisel kullanımda kullanılıyor.

9-  Türkiye’de son 20 yılda kişi başına düşen su miktarı 4 bin metreküpten 1430 metreküpe indi. Bu rakam bizi su azlığı çeken ülkeler sınıfına ekliyor.

10- Dünya’da 748 milyon kişinin gelişmiş bir su kaynağına, 2,5 milyar insanın ise gelişmiş bir sıhhı tesisata ulaşım imkanı yok.

11-  Su ile taşınan hastalıklar 5 yaşındaki çocukların hayatını kaybetmesinde, sıtma, kızamık ve AIDS’in hepsinin toplamından daha fazla ölüm orana sahip. Gelişen ülkelerde tüm hastalıkların %80’i su ve sıhhı temizliğin yetersiz olmasından kaynaklanıyor.

12- Her gün, çoğunlukla kızlar ve kadınlardan oluşan insanlar, günlerinin %25’ini ve toplam 125 milyon saatini uzaklarda bulunan su kaynaklarından suyu evlerine getirmek için harcıyor.

13- Güney Afrikalı kadınlar ve kızlar her gün toplamda 16 defa aya gidip gelecek kadar bir yolculuğu sadece su taşımak için yapıyor.

14- Duşta bir dakikada harcadığımız su (15L), Sahra altı bölgesinde yaşayan insanların içme ve temizlik için kullandığı sudan 7-10L) daha fazla.

15- Bir kalori gıdayı üretmek neredeyse 1 litre suya mal oluyor. 100 gram plastiği üretmek ise yaklaşık 6 litreye…

16- 1 kilo pirinci üretmek için yaklaşık 3500 litre suya ihtiyaç varken, 1 kilo et üretmek için bu rakam 15 bin litreye kadar çıkıyor. 1 litre gazlı içecek içinse bu rakam 160 ile 300 litre arasında değişiyor.

17- Dünya genelinde kullanılan suların %80’i hatta bazı ülkelerde %95’i arıtılmadan doğaya bırakılıyor.

18- Su filtreleme ve temizleme teknolojisi şu anda o kadar gelişti ki, atık suları temizledikleri zaman bazı musluk sularından daha temiz oluyor. Ama üstündeki tabu yüzünden bu durumu kabul etmekte ve bu teknolojiyi kullanmakta zorlanıyoruz.

19- İsrail atık suların yüzde 86’sını arıtarak yeniden kullanıyor. Bu bakımdan dünya birincisi. İkinci sırada ise yüzde 19 ile İspanya geliyor.

20- Japonya’da, 2011 yılındaki deprem ve ardından meydana gelen tsunaminin vurduğu Fukuşima nükleer santralinin işletmecisi Tokyo Elektrik (Tepco) yaptığı açıklamada radyasyonlu suyun temizlenme işleminin 2020’de bitmesini beklediklerini bildirmişti.

21- 5 ile 15 milyon ton plastik her yıl ırmaklar ve denizler yolu ile okyanuslara karışıyor, yapılan araştırmalar 2050 yılında su kaynaklarında plastiklerin ağırlığının balıklardan daha fazla olabileceğini öngörüyor.

22- Tüm bunları okuyup daha az su harcamalıyım diye düşünüyorsanız, basit seçimlerle bir günde 8245 litre su tasarrufu yapmanız mümkün. Bunun için buraya tıklayarak içeriğimize göz atabilirsiniz.

Kaynak

Proje yazımında en önemli soru: “Neden?”

Başarılı projeler önce “neden” sorusunu yanıtlar, sonra “nasıl” müdahale edeceğine karar verir, en son “ne” yapacağını düşünür. Başarısız projeler bunun tam tersini yapar. Tıpkı Simon Sinek’in başarılı girişimleri tarif ederken verdiği “Golden Circle” örneğindeki gibi.

İyi bir proje önce hem kendini, hem de değerlendireni neden bu projeyi yaptığı konusunda ikna etmelidir. Birçok projede önce faaliyetler yazılır sonra ona uygun proje kılıfı uydurulmaya çalışılır. Projeler -alışveriş listesi hazırlar gibi- “biz şunu istiyoruz, bunu istiyoruz” diyerek başlamamalıdır. Neden proje yaptığınız konusunda ikna olunursa, ne yaptığınızın önemi azalacaktır.

Yasemin Yırca Sabunları bu konuda sevdiğim bir örnektir. Hikayeleri önce Soma’da yaşanan 301 madencinin hayatını kaybettiği maden faciasıyla başlar, Soma’yı ziyaret ederler. Kendi sözleriyle Soma’da tespit ettikleri en büyük iki problem “Maden dışındaki ekonomik alternatifsizlik ve kadınların ekonomik hayata dolayısıyla da sosyal hayata katılamıyor olması.”dır.

Yolculuklarının ikinci bölümü ise Yırca Koyü’nde geçer. 1980’lerde Yırca köyüne ilk termik santral yapılmıştır, sonra ikincisi yapılmış en son üçüncüsünün yapımı için 6600 zeytin ağacı kendi gözlerinin önünde yok edilmiştir. Yine proje uygulayıcılarının anlattığı şekilde “Kadınlar, termik santralden çıkan taş atıklarının atıldığı, vahşi depolama alanına gitmeye başladı. Kamyonların altında, taşların arasında, kömür elemeye başladı, çuvallara doldurdu ve 50 kg’lık bir çuvalı 10 liraya satar oldu. Hastalıklar yayıldı ama geçim ve gelecek telaşı hep ağır bastı. Zeytin yetmiyordu, kömürde verilen emekle açık biraz kapatılıyordu. ”

Dikkatinizi çekmek isterim. Şu ana kadar projede ne yapılacağı konusunda bir bilgi verilmemekte. Fungogo sayfalarını incelediğinizde hikayeleri aynen bu sıralamayla devam etmekte. Sorunların detayları belli, nasıl müdahale edilmesi gerektiği de. 1- Kadınlara alternatif geçim kaynakları üretilmeli, 2- Kadınların sosyal hayata katılmaları sağlanmalı.

Projede ne yapılacağı ise en sonda sadece 2 cümle ile ifade ediliyor.

Tüm kadınlar köy kahvesinde toplandı, konuştu, tartıştı ve yeni bir yol buldu: El emekleriyle sabun üretip, satmakta karar kıldılar. Ve artık, 

Kömürün İsi, Sabunun Misine dönüştü.

Projeye biz sabun yapacağız diyerek başlamadılar. Böyle başlasalardı, kimse projeyi sahiplenmez, projeye destek olmazdı. Zaten böyle başlamak son derece anlamsız da olurdu. Projelerini anlatırken, sahneye çıkıp “biz Yırca Köyü’nde sabun yapmak istiyoruz” diye söze başladıklarını bir düşünün. Bir de sahnede önce hikayelerini anlattıklarını düşünün. Zaten bu noktada proje uygulayıcıları biz sabun değil de “bez bebek” yapmak istiyoruz deseydi ne olurdu? Hiçbir şey olmazdı. Proje aynı başarıyla yürütülürdü. Zira o projenin hikayesi, sabundan çok daha önemliydi, çünkü sabun sadece amaca ulaşmadaki bir araçtı.

Bir projenin nasıl olması gerektiği konusunda muazzam bir örnektir “Yasemin Yırca Sabunları” örneği. Bu yüzden hem öncülük eden ‘Temel İhtiyaç Derneği’ni, hem destek olan ‘Cevdet İnci Eğitim Vakfı’nı hem de projede yer alan tüm kadınları ayakta alkışlamak gerekir.

Türkiye’de birçok kurum, kuruluş bunun tam tersini yapmakta, aracı, amaç haline getirmektedirler Yani, önce ne yapacağına karar verir (örneğin; 1- İspanya’ya çalışma ziyareti yapalım, 2- 10 tane laptop alalım gibi) sonra da ihtiyaçlarına yönelik proje kurgusu yapmaya – diğer bir deyişle kılıf uydurmaya çalışmaktadır. Haliyle hiçbir değerlendiriciyi ikna edemezler.

Bu nedenle projelerinizi yazarken, projenin “neden” sorusunun (metodolojideki adıyla rasyonelinin) değerlendiricinin en önem verdiği yer olduğunu unutmayın.

Yasemin Yırca Sabunları ile ilgili daha detaylı bilgiler;

https://www.fongogo.com/p/komurun-isi-sabunun-misi-yasemin-yirca-soma

 

Hüseyin Aktürk

AB-ilan.com & Gelbasla.com Kurucusu – Kıdemli Proje Yöneticisi

https://www.huseyinakturk.com

 

AB-ilan.com yazar içerikleri kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, Kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.

 

Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

Her yıl 14 Mart’ta Kutlanan Pi Günü Hakkında Enteresan Bilgiler

Pi sayısı, matematik biliminde oldukça geniş bir alanda kullanılan ve bilinen insanlık tarihinin en eski dönemlerinden bu yana merak uyandıran,“gizemlerle dolu” bir sabittir.

Pi sayısının matematik biliminde bir sayının da ötesinde temel bir “sabit” kabul edilmesi, daire ile olan ve hiçbir zaman değişmeyen ilişkisinden kaynaklanır. Pi, “bir dairenin çevresinin, çapına bölünmesi” ile bulunur. Simgesi, Eski Yunanca çevre manasına gelen “περίμετρον” (çevre) sözcüğünün baş harfinden gelmektedir. Şaşırtıcı biçimde uzun süre bu oran için hiçbir sembol kullanılmamıştır. İlk olarak π sembolü 1652’de Willam Oughtred tarafından kullanılsa da yaygınlaşması 1737 yılında, Leonard Euler‘in de bu sembolü kullanması ile olmuştur. Bu sayı kimi kaynaklarda Ludolph sayısı ve Arşimet Sabiti olarak da bilinmektedir.

Pi sayısının sonsuza dek devirli bir şekilde devam ediyor olması, matematikçilerin bu sayıya olan merakının katlanarak artmasına neden olmaktadır. Belki de bunca hassas teknoloji araçlarına sahip olduğumuz günümüzde, bir çemberin çevresini çapına bölmek gibi basit bir problemi halen çözememiş olmamız bize zor gelir.

Ne var ki bu değer 4 bin yıl boyunca nice matematikçileri şaşırtmış, nice beyin gücü tüketmiş, çöp tenekeleri geçersiz teoremlerle dolmuş ancak halen tam olarak ne olduğu kavranamamıştır. Yine de matematikçiler yılmamış ve zamanını olabildiğince çok basamağı belirlemeye harcamışlardır.

Peki bu basamakları bulabilmek için bunca çaba neden?

Sonuçta 3,14 değeri zaten bir çok hesaplamada yeterli, en titiz mühendis bile yedi haneden fazlasına ihtiyaç duymaz, fizikçiler içinde 15-20 hane yeterlidir aslında.

Aslında bu sorunun kesin bir cevabı yok, Pi’yi arayış bir yerde Everest Dağı’na tırmanmaya benzetilebilir; çünkü orada duruyor.

İnsanlar temelde örüntü arama araçlarıdır denilebilir aslında. Gözlerimiz dünyayı algılar ancak gördüğümüz şey doğrular, eğriler, renkler ve ışıklardan oluşan karmaşık örüntülerdir. Kulaklarımız sesleri işitir ama biz sinyaller, ancak ton ve ritmin ayrıksı örüntülerini ortaya çıkaracak biçimde çözdüğümüz zaman müziği fark edebiliriz. Pi’nin basamakları tümüyle rastlantısal gözükse de onda ki örüntüyü bulma çabamız belki de bu nedendendir. 10 tane yüzü olan bir zar atılmakta ve bir sonraki atışta herhangi bir sayı gelme ihtimali bulunmaktadır. Tamamen tesadüf, belki de değil…

Bilemiyoruz henüz…

Pi, sonlu ile sonsuz arasındaki sınırı belirleyerek, kavrama yeteneğimizin sınırlarını öğretir bize. Pi’yi en çok çember oranlarından tanısak da matematiğin ve diğer bilim dallarının her alanında karşımıza gizemli bir biçimde çıkar. Eğer, bu diziyi daha iyi anlayabilirsek, basamakları arasında bir kalıp bulabilirsek ya da birbiri ile ilgisi yokmuş gibi gözüken pek çok denklemde neden açıklayabilirsek, matematiği ve evrenin fiziğini daha temelden kavrayabiliriz belki de…

Biraz da Pi sayısı hakkında bazı bilgilere geçelim;

Tarihte pi sayısı kaç olarak kullanıldı?

Pi sayısına ilk olarak M Ö 1650 yılında yazılmış olan Rhind Papirüsünde rastlarız. Çevrenin çapa oranı 256/ 81 yani yaklaşık 3,1605 olarak tanımlanır. Ancak Babilliler bu oranı gerçeğe hiç de uygun olmayan bir biçimde 3 olarak kabul ederler. Arşimet ise (M.Ö. 287- 212) bu oranın 3 tam 10/71 ile 3 tam 1/7 sayısı arasında olduğunu bulmuştur. Romalılar aslında pi sayısının 3 tam 1/7 ye yakın olduğunu bilmelerine rağmen inatla daha kolay bölünebildiği için 3 tam 1/8 almışlardır.

Belki de görsel basitliği nedeniyle √10 değeri, hiç de hassas bir değer olmamasına karşın, bütün Asya’da yıllar boyu pi için en popüler yaklaşım olmuştur. Ancak 5. yüzyılda astronom Tsu Ch’ung – chih ve oğlunun çemberin içine 24526 kenarlı bir çokgen çizerek tüketme yöntemi ile elde ettikleri 355/113 değeri yaklaşık olarak 3,1415929’a denk gelmektedir ve bin yıldan uzun bir süre kimse bundan daha hassas bir değer bulamamıştır.

MS 9. yüzyıla gelindiğinde Harizmi’nin şahsen kendisinin bu sayının hesaplanması ile ilgili bir çalışması olup olmadığını bilemesek de (muhtemel vardır) çalışmalarında pi sayısını 3 tam 1/7 veya √10 değerini kullanmıştır.

Gözümüzü batıya çevirdiğimiz de Fibonacci’nin çalışmalarında 864/275 ( 3,1418) gibi bir değerle pi’yi kullandığını görüyoruz başlarda. 16 yüzyıla kadar önemli bir çalışma olmasa da Viete 1579 yılında Archimedes’in tekniğini kullanarak pi’yi on haneye kadar doğru hesaplamayı başarmıştır.

Son olarak, 1596 yılında Alman Ludolph van Ceulen, Pi’nin virgülden sonraki 20 basamağını hesapladı ve çalışmasına ölene kadar devam ederek 35 basamağına kadar bu sayıyı oluşturdu. Tüm bu çalışmalarından dolayı Almanya’da pi sayısı Ludolph sabiti olarak da bilinir.

Bu tarihten sonra pi’yi hesaplamak için farklı teknikler kullanılmaya başlandı ve devamında sayının binlerce basamağı hesaplandı.

Pi sayısının kaç basamağını biliyorsunuz?

Dünyada telefon numaralarının 6 ya da 8 rakamlı olmasının bir nedeni vardır. Biz insanlar büyük bilgi yığınlarını anımsamakta pek iyi değilizdir. 8 rakam anımsamakta en üst sınırdır. Bunun için de anımsamayı kolaylaştıracak teknikler üretmeye çalışırız. Ezber rekoru pi’nin ilk 67.890 rakamını bellemiş olan Lu Chao adındaki bir Çinliye aittir. Guinness Dünya rekoru olarak kayda geçen bu olay 24 saat 4 dakika almıştır. 2006 yılında Akira Haraguchi adında bir Japon pi’nin 100.000 rakamını ezberlediğini söylemişse de bu durum resmen izlenip bir rekor olarak kayda geçmemiştir.

Pi’i ezberlemenin farklı dillerde onlarca tekniği vardır. Biz İngilizce bir örnek verelim sizlere; Pi’nin ilk 15 basamağını ezberlemek istiyorsanız siz de bu tekniği kullanabilirsiniz.:

“How I like a drink, alcoholic of course, after the heavy lectures involving quantum mechanics.”

Burada önemli olan sözcük uzunluğu: How:3, I:1, like:4 gibi…

Dünya pi günü hakkında ilginç bir bilgi

Pi günü dünyada, ünlü matematik sabiti pi sayısı anısına özel kabul edilmiştir ve her yıl 14 Mart’ta kutlanmaktadır. Pi gününün 14 Mart’ta kutlanmasının sebebi ise Amerikan tarih formatında bu günün 3/14 olarak geçmesidir. (Mart 14). Bu arada bazı ülkelerde 22/7 değerinden dolayı 22 Temmuz tarihinde de kutlandığını hatırlatalım.

Pi’yi evinizde kolaylıkla bulabilirsiniz

Matematikçiler günümüzde pi sayısını hesaplamak için sonsuz serileri kullanırlar. Bu serilerin bazıları çok hızlıdır ve pi sayısına çabucak yakınsar, bazılarıysa nazlıdır; virgülden sonraki üçüncü terimi bulmak için bile yüzlerce işlem yapmanız gerekebilir.

Ancak aşağıdaki bağlantıda pi’yi kendi kendinize de hesaplayabileceğiniz bir çok teknik bulunmakta. Ancak hatırlatalım, pi irrasyonel bir sayı olduğundan bu yöntemlerin hiç biri onun tam değerini veremez.

İncelemek isterseniz bağlantımız burada:

Tıklayın

Pi sayısının kaç basamağı biliniyor?

Günümüzde en uzun pi hesaplama rekoru Fabrice Bellard tarafından hesaplanmıştır ve bu hesaplama 2 trilyon 700 milyar rakamdan oluşmaktadır. Pi sayısı 1.24 trilyonuncu basamağına kadar hesaplandı ki bu hesaplanan rakamı bile bilgisayara yazmak için 310 milyon sayfa, 2.4 TB harddisk yeri gerekti. Yani 1 milyon mp3 kadar.

Hakkınızdaki bütün bilgiler Pi’nin içinde mevcut

Tamamen rassal özelliği bulunduğu varsayılırsa, Pi yeterince uzunlukta yazıldığında, her rakam dizisini Pi içinde bulabilirsiniz. Yani doğum gününüzü, telefon numaralarınızı, ya da rastgele yazacağınız her hangi bir sayı Pi’nin bir yerlerinde vardır. Daha da ileri gidelim. Harflerle sayıları birbirine dönüştüren bir kod üretildiğinde kuramsal olarak her hangi kişinin veya kurumun adını, bir sözü, cümleyi, hatta bir kitabı Pi içinde bulabilirsiniz.

Doğumgününüzün bu sayının içinde nerede saklı olduğunu öğrenmek isterseniz, deneyebilirsiniz:http://matletik.com/pi-sayisindaki-dogum-gunleri-apleti/

Kendine gönderme yapan bir öykü…

Her sözcükteki harf sayısı pi’nin bir basamağını temsil eder. Noktalar dışındaki, noktalama işaretleri sıfırı gösterir. 10 sayısından çok harfli olan sözcükler, kendi iki basamağını göstermektedir. Tek bir rakam ise doğrudan kendisini temsil eder.

Öyküyü görmek için tıklayın

Kaynak

Dünyanın İlk Plastiksiz Süpermarketi Geliyor

İngiltere süpermarket zinciri Iceland, okyanustaki plastik kirliliğini azaltmak amacıyla sadece plastik içermeyen ürünler satmayı deneyecek. Perakendeci, 2023 yılına kadar plastiği kendi markasına ait ürünler tamamen çıkarmayı hedefliyor.

Uygulama, şirketin açtığı en büyük donmuş gıda marketlerinden biri olan Food Warehouse konsept mağazasında başlayacak. Green Business raporlarına göre, plastik kullanılmayan ürünler, plastik ambalajlı ürünlerden daha düşük fiyatlı olacak. Personel, plastiksiz yeni ürünleri tartma konusunda müşterilere yardımcı olmak için eğitilecek.

Müşterilere, ağır olmayan ürünler için naylon ambalaj yerine kağıt torbalar, pamuklu ve selüloz ağlar, kompostlaştırılabilir sebze meyve sepetleri ile kereviz ve yeşil soğan gibi ürünler için de, bitki bazlı elastik bant seçenekleri sunulacak.

Deneme boyunca, Iceland İngiltere hükümeti ile paylaşmak için müşteri geribildirimleri toplayacak.

Iceland, plastiksiz ilk süpermarket mi olacak?

Iceland’ın bu mücadelesine #TooCoolForPlastic adlı yeni bir kampanya eşlik ediyor. Kısa bir videoda, süpermarket, her yıl okyanuslarda tahmini 12 milyon ton plastik olduğunu açıklıyor.

Iceland’ın araştırmasına göre, İngiltere’deki tüketiciler, süpermarketlerin plastik kullanmayı tamamen bırakarak veya sürdürülebilir alternatiflerle değiştirerek sosyal olarak daha sorumlu olmaları gerektiğine inanıyor. Perakendeci, kendi markasına ait ürünlerde plastik ambalaj kullanmayan ilk ana süpermarket olma hedefiyle tüketicilerin bu talebini karşılamayı hedefliyor.

Iceland genel müdürü Richard Walker, “Bu konuyla mücadelede hepimizin üzerine düşen bir rol var ve Iceland de bu taahhüt ile kendi plastik ayak izini azaltmanın yollarını arıyor. Müşterilerimizin denemeye nasıl yanıt verdiğini görmek ve onları yolculuğumuzu geri kalanı hakkında bilgilendirmek için sabırsızlanıyoruz.” diyerek heyecanını dile getiriyor.

Iceland daha önce de plastik kirliliğini azaltma yönünde adımlar atan bir şirket. 900’den fazla mağazada belirli üretim hatlarındaki plastiği çıkardı ve kauçuk bantlar gibi geri dönüştürülebilir seçeneklerle değiştirdi.

Iceland, plastiği yok etmeye çalışma konusunda yalnız değil. Geçtiğimiz ay, Marks & Spencer, Londra’daki Tolworth bölgesinde 90 seri paketsiz ürün deneyeceğini açıkladı. Perakendeci aynı zamanda çevre dostu bir seçenek sunmak amacıyla barkod etiketlerini değiştirdi, 75 milyon çatal bıçak takımını ortadan kaldırdı ve plastik pipetlerin yerine kağıt alternatifleri koydu.

Kaynak

Dünyanın Dört Bir Yanından 10 Sürdürülebilir Restoran

Birkaç yıl önce, sağlıklı ve sürdürülebilir bir öğün için, kendimiz için yemek yapmalı veya zor bulunan bir organik kafede görüntüsü yemeğe pek de benzemeyen seçeneklerden birini tercih etmemiz gerekiyordu. Günümüzde ise; muhteşem yemekler, kusursuz servis ve mükemmel bir ambiyansın tadını çıkarırken doğa dostu olmayı da göz önünde bulundurarak yemek yemek giderek daha kolay hale geliyor.

Dünyanın dört bir yanında sürdürülebilirlik esaslarına göre çalışan ve aynı zamanda kalite ödülleri kazanan harika restoranlar bulmak artık mümkün. Siz de seyahat ederken daha çevre dostu yemek seçeneklerini tercih etmeye özen gösteriyorsanız, kendinizi dünyadaki büyük şehirlerde opsiyonlar arasında seçim yapmakta zorlanırken bulabilirsiniz. Dünyanın dört bir yanından 10 muhteşem sürdürülebilir restoranı listeledik.

#1 Narisawa – Tokyo, Japonya

Narisawa’yı yeşile dönmenin havalı olduğunu gösteren bir Japon restoranı olarak tanımlayabiliriz. Sahip olduğu Sürdürülebilir Restoran Ödülü en yüksek çevresel ve sosyal sorumluluk derecesini gösteren restorana veriliyor. Seçim kriterleri ise yerel, mevsimsel ve etik kaynaklı ürünler tedarik etmek; insanlara adil davranmak; sağlıklı beslenmeyi, topluluk katılımını ve sorumlu pazarlamayı teşvik etmek; çevre dostu bir tedarik zinciri, atık yönetimi, enerji verimliliği ve su tasarrufu sağlayan girişimlere odaklanmak olarak özetlenebilir. Narisawa 2013’te Dünya’nın En İyi 50 Restoranı listesinde 20’nci sırada yer aldı ve ilk Michelin yıldızına 2008’de, ikincisine ise 2010’da sahip oldu. 2003 yılında açılan restoran, Fransız yemek pişirme tekniklerini Japon malzemeleri ile harmanlayan bir menü sunuyor.

#2 Chez Panisse – San Fransisko, ABD

Chez Panisse 1971 yılında San Fransiskoda kapılarını açtı ve şimdi uluslararası üne sahip olan şef Alice Waters ve bir grup arkadaşı tarafından kuruldu. Waters, sürdürülebilir mutfak ve organik bahçecilik kavramını öne çıkardı ve bu kavram ile dünyadaki yemek kültürünü şekillendirdi. Chez Panisse, sürdürülebilirlik mantığı ile işletiliyor ve mutfakta mümkün olduğu kadar mevsimsel malzemeler kullanılıyor. Her gün akşam yemeğinde, sürdürülebilir kaynaklı, organik ve mevsimlik malzemelerle hazırlanan farklı bir menü sunuyor. Restoran, yakındaki tedarikçiler tarafından ekolojik olarak toplanan yerel olarak yetiştirilen ürünleri tedarik ediyor. Chez Panisse’nin ilk açılmasından bu yana Waters, 2007’de Restaurant Magazine’in Dünyanın En İyi 50 En İyi Restoranı’nın Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü almasının yanı sıra birçok ödül aldı.

#3 Le Manoir aux Quat’Saisons – Oxfordshire, İngiltere

İngiltere’deki Oxfordshire’da bulunan lüks bir butik otel içinde yer alan Le Manoir aux Quat’Saisons, açılış yılı içinde iki Michelin yıldızı alarak başarısını ortaya koyan bir restoran. Restoranın hem şefi hem de sahibi olan Raymond Blanc’e göre, Le Manoir, bir otelin restoranında sunulan bir akşam yemeğinden çok daha farklı bir deneyim vadediyor. Modern Fransız mutfağından yemekler servis eden restoran, taze ve mevsimlik malzemelerini, 90 çeşit sebze ve 70 bitki çeşidi üreten iki dönümlük sebze bahçesinden temin ediyor. Raymond Blanc’in çevre dostu restoran operasyonlarına inancı tam. BBC’de Kitchen Series isimli programı hazırlayan Blanc, aynı zamanda 2012 yılında Sustainable Restaurant Association Başkanı olarak seçildi.

#4 Geranium – Kopenhag, Danimarka

Kopenhag’daki Geranium iki Michelin yıldızı sahibi olmanın yanı sıra kentin en iyi yemek mekanlarından biri olarak kabul ediliyor. Geranium, 2011 Bocuse d’Or yemek yarışmasında altın madalya kazanan şef Rasmus Koefed’e ait olup ve restoran klasik İskandinav yemeklerinde modern bir dokunuş yaratan yemekler servis etmeye odaklanıyor. Yemek için kullanılan malzemeler organik ve bütünsel yetiştirme sistemlerini takip eden biyodinamik çiftçilerden elde ediliyor. Restoran, misafirlerine organik ve vejetaryen bir menü sunuyor.

#5 Azurmendi – Vizcaya, Ispanya

2005 yılında, şef Eneko Atxa, İspanya’nın Bask Bölgesi’ndeki Bilbao’dan yaklaşık 9 kilometre uzakta bir tepeye tünemiş çelik ve camdan bir restoran kurdu. Azurmendi’nin gerçek özünü hissedilebileceği bir binada yer olan restoranın etrafı doğayla çevrili. Bu dünya standartlarında iddialı olan oluşum, fotovoltaik tesisler, geri dönüştürülmüş malzeme kullanımı ve güneş enerjisi kazanımı yoluyla kendiliğinden ısınma yoluyla sürdürülebilirlik örtüsünü sürekli olarak zorlamakta. Ancak, alışık olduğumuz restoran deneyiminden farklı olarak, Azurmendi’de yolculuk, konukların evde yetiştirilen ürünleri, mutfaktan iç mekân serasına seçmeden önce bir “atıştırmalık” seçimi için inceledikleri çatıdaki sebze bahçesinde başlıyor. Sonunda, akşam yemekleri, farklı sahneler yansıtan geçici kumaş duvarlarla çevrili yemek odasının bir bölümüne yerleştiriliyor ve misafire farklı bir deneyim yaşatmayı amaçlıyor.

#6 Les Orangeries – Lussac-les-Châteaux, Fransa

Çevre dostu konaklama ve yemek konusunda lider olan Les Orangeries otel ve restoran, Fransa’da Ecolabel sertifikalı ilk otel olarak sürdürülebilirliği Fransız turizminin ön saflarına taşıdı. Trüf mantarı ve safran gibi mutfak hazinelerine ev sahipliği yapan küçük Lussac-les-Châteaux topluluğunda yer alan şef David Royer, bazıları doğrudan mülk üzerinde yetiştirilen organik ürünler kullanılarak hazırlanan bir menü ile misafirlerini memnun ediyor.

#7 Blue Hill – New York, Amerika

Stone Barns’ta bulunan Michelin yıldızlı restoran Blue Hill, çoğu zaman dünyanın en iyi yemek mekânları arasında yer alan New York’un en yenilikçi restoranlarından biri olarak kabul ediliyor. Bu ünün kısmen şef Dan Barber’ın yaratıcılığı ve mutfak inceliklerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ancak aynı zamanda Barber’ın tarladan yemek yeme, köken ve sürdürülebilirliği geliştirme misyonunun bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek de doğru olur. Bu sürdürülebilir yaklaşım, insanların gittikçe artan bir şekilde yiyeceklerinin nereden geldiğini, nasıl yetiştirildiğini ve kim tarafından yetiştirildiğini bilmek istedikleri fikrine dayanıyor. Barber ve ekibi, malzemelerin kaynağının ardındaki hikâyeleri paylaşarak, restoranda her öğünü unutulmaz bir deneyim haline getiriyor. Menü, atıştırmalıklardan ana yemeklere kadar uzanan 30 veya 40 seçenekten oluşuyor. Şefin bu bölgenin ürünlerini keşfetmeye devam etmesiyle, buradaki menüler gelişiyor ve Barber, farklı bir Hudson Valley mutfağı oluşturma hedefine ulaşmaya her geçen gün daha çok yaklaşıyor.

#8 Mil – Maras, Peru

Dünyaca ünlü Perulu şef Virgilio Martinez, 2018 yılının başlarında en yeni restoranı Mil’de misafirlerini ağırlamaya başladı. Yeni yemek noktası, Cusco’nun kuzeybatısındaki Moray arkeolojik alanına yakın bir kırsal alanda, deniz seviyesinden 3.500 metre yükseklikte yer almaktadır. Restoran, Peru’nun çeşitli çöl manzaraları, dağlar, yağmur ormanı ve denizden yeni malzemeler bulma konusunda şaşırtıcı bir irtifa aralığını kapsayan yeni çabaları araştırmaya devam ediyor. Sürdürülebilirliğin özeti olan bu restoran, tarladan yemek yemek ve Peru’nun bilinmeyen bileşenlerini ortaya çıkarmak için ayrılmış olan Mater Iniciativa araştırma projesinin başlangıç noktası olarak tanımlanabilir. Mil’de, bu içerikler, her biri farklı bir yükseklik ve ekosistemi temsil eden başarılı, sekiz çeşit tadım menüsüne dönüştürülüyor. Mevcut menüdeki yemekler arasında alpaka ile kara kinoa, göl mavisi yeşil alg ve ağaç domatesini birleştiren aşırı rakım, yabani muña (nane benzeri bir bitki), inek sütü, nane ve yumru küllerini bir araya getiren frozen cordillera’ların oluşma sebebi olarak söyleyebiliriz. Ekolojik kimliklerine ek olarak, bina doğal çevreye saygı duymak ve bunlara uyum sağlamak için tasarlanmış olup, kullanılan sular yeniden değerlendiriliyor. Bunların yanı sıra, restoran yerel topluluktaki çiftçilerle birlikte çalışıyor.

#9 Brae – Birregurra, Avusturalya

 

Melbourne dışındaki Birregurra kasabasındaki restoran, daha önce İspanya’da Mugaritz’in baş şefi olan ve dünyayı gezerek geçirdiği yıllar boyunca deneyim kazanan başarılı şef Dan Hunter’ın eseridir. Bu uluslararası etki Hunter’ın mutfağında hissedilmekte ama buradaki yiyeceklerin en belirgin özelliği yerel kaynaklı, mevsimlik ürünler ve doğaya olan saygısı. Restoran, araziyi restore etmek için rejeneratif tarım tekniklerini kullanan 30 dönümlük bir organik çiftlikte yer alıyor. Burada, restoranın organik sızma zeytinyağı ürettiği bir zeytin ağacı bahçesi, sebzeler, meyve ağaçları ve çalılar için topraklar ile arıların yanı sıra serbest gezen tavuklar için alan da var. Menüler, bahçede bulunan içeriklerle ve yerel sürdürülebilir çiftçiler tarafından getirilenler ile oluşturuluyor. Bu şekilde Hunter, konumun bir yansıması olan çağdaş yemekler üretmeyi başarıyor. Beraberindeki şaraplar, ürünlerini geliştirdikleri toprağa da saygı duyan yerel şarap üreticilerinden geliyor.

#10 Wolfgat – Paternoster, Güney Afrika

Cape Town’un batı kıyısına birkaç saat uzaklıkta bulunan Paternoster balıkçı köyü, gezginlerin her zaman seyahat etmeyi düşündükleri bir yer değil. Pastoral kıyı noktası; yılın on ayında yunus ve balinaların görülebildiği okyanus ortamı, ilkbaharda açan yabani çiçekler ve olağanüstü deniz ürünleri sayesinde Capetonlu’lar için favori bir hafta sonu kaçamağı. Köy, kerevitlerin bolluğu ile ünlü. Buraya seyahat etmenin bir diğer nedeni Wolfgat, adını tam da bulunduğu eski mağaradan alan, Güney Afrika’daki şef Kobus van der Merwe’nin 20 kişilik sürdürülebilir restoranı. Şef Paternoster’de Wolfgat’ı açtığında, burası denizden, kıyılardan ve tarlalardan malzemeler alarak, yiyecek toplama ve sürdürülebilir şekilde hasat edilen ürünlere odaklanan ilk restoranlardan biri oldu. Bu yaklaşım, her mevsimden daha az bilinen bitkiler ve deniz yosunu içeren ve ayrıca taze deniz mahsulleri içeren yedi çeşit Güney Afrika tadım menülerinin oluşum sebebi olmakla birlikte, içinde bulunduğunuz vahşi kıyı ortamı hakkında bir fikir vermeyi de amaçlıyor.

Kaynak

Danimarka’da Alternatif Bir Okul: Tvind School

Danimarka’da Tvind School diye bir yer var. Birkaç arkadaşın bir araya gelip “Daha güzel bir dünya için neler yapmalıyız?” düşüncesiyle ortaya çıkan okul, şimdi dünyanın dört bir yanından gelenlere ev sahipliği yapıyor.

Tvind; Danca’da zikzak ya da başka bir deyişle kıvırma anlamına geliyor. Okulun isminin neden Tvind olduğunu anlatacağım; ama şimdi nasıl ve neden kurulduğundan kısaca bahsetmek istiyorum.

1960’ların sonu, 1970’lerin başında Avrupa’da sol hareketin yükseldiği bir dönemde, 6 Danimarkalı genç bir araya gelerek “dünyanın görmek istemediği” Afrika ülkeleri, Afganistan, Pakistan’ın da içinde olduğu birçok bölgeyi dolaşır. Gezip gördükleri yerlerdeki; sefaleti, açlığı, terk edilmişliği oralarda bırakmak istemeyen gençler, ülkelerine geri döndükleri zaman bir şeyler yapmaya karar verir. Ve böylece biriktirdikleri parayla küçük bir arsa satın alırlar. O arsayı satın aldıktan sonra toprağa vurdukları kepçeyle şimdiki Tvind’i inşa etmeye başlarlar.

Tam ismi, Tvind International School Centre (Tvind Uluslararası Okul Merkezi) olan okul, gençlere alternatif bir öğrenme imkanı sunuyor. Teoride değil, yaşayarak ve görerek öğretmeyi amaçlayan okul, Danimarka’nın batısındaki Ulfborg kentine yaklaşık 2 buçuk kilometre uzaklıkta.

Kendini, “Güvenilir pedagojik deneyimleri ve okul hayatının tüm bölümlerini etkileyen uluslararası bir çevreyle geleneksel olmayan güçlü gelenekleri olan eğitim kurumları bütünü” olarak tanımlayan okulda, 15’ten fazla farklı ülkeden yaklaşık 100 kişi komün bir şekilde yaşıyor ve öğreniyor.

Tvind, sadece klasik anlamda bir okul değil. İçinde sadece; öğrenciler ya da eğitmenler yaşamıyor. Bakıma muhtaç insanlar, madde bağımlılığından sıyrılmak isteyen gençler, fiziksel ya da zihinsel engelli insanların bu toplulukta kendilerini yalnız hissetmemeleri sağlanıyor aynı zamanda.

Okulun elektrik ihtiyacının giderildiği ve tamamen gönüllülerin katkılarıyla 1970’lerde inşa edilen rüzgar gülüyle başlar Tvind’in hikayesi. İsminin anlamı da, rüzgar gülünün pervanelerinde gizli. Bundan dolayıdır ki Tvind’de yukarıdan bakıldığı zaman kıvrımlı ve zikzaklı bir şekille karşılaşılır.

Tvind; DNS, PTG ve villalar diye 3 bölüme ayrılır. DNS International Teacher Training College, uluslararası öğrencilerden oluşan geleneksel olmayan bir yatılı okuldur. Daha çok, liseyi bitirmiş ve üniversiteyi gezip görerek okumak isteyen gençler var DNS’de. Dünyanın dört bir yanından gelen bu gençler, hem okuyor hem deneyimlerini paylaşıyor hem komün bir şekilde yaşamayı öğreniyor. DNS’de, öğrenciler ve öğretmenler program süresince çalışıyor, seyahat ediyor, spor yapıyor, yemek pişiriyor. DNS, bu nedenle kendini “eğitici bir twist” yani; kıvrım ya da zikzak bir topluluk olarak tanımlıyor.

Öğrenciler, DNS’den mezun olduktan sonra ortak değerlerin ve topluluğun bir parçası olarak, değişimi nasıl gerçekleştireceklerini ve topluluğun gücünü deneyimleme şansını yakalıyor. Bu gençler, daha sonra topluluğa ait otobüsle 3 aylığına Afrika ve Ortadoğu ülkelerine giderek oradaki yaşamları deneyimleme, gözlem yapma şansı yakalıyor. Gençler, aynı zamanda gittikleri ülkelerde gönüllü olarak mülteci kamplarında da çalışıyor.

DNS ile ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz bu sayfayı ziyaret edebilirsiniz.

Tvind’de yer alan okullardan biri de PTG International Youth College.

PTG de özel ve bağımsız bir yatılı okul. Farklı yaşam ve ülkelerden gençlerin birlikte çalışabileceği, yaşayabileceği alternatif bir okul olan PTG, liseye denk gelir.

Sosyal sorumluluğu teşvik etmeyi amaçlayan PTG, kültürel faaliyetler aracılığıyla kültürel farkındalık, dahil olma ve hoşgörüyü arttırmanın yanı sıra çalışma gezileri de düzenler. PTG; genç mültecileri ağırlamak, topluma kazandırmak ve toplulukta gönüllü çalışmalara katılmak için çalışmalarda aktif bir rol üstlenmesini sağlıyor. PTG’de okuyan bazı öğrenciler; madde ve alkol bağımlılığı gibi sorunlu geçmişlerden geliyor, PTG, bu gençlere başarılı bir gelecek inşa etmek için sosyal destek veriyor.

Çevre dostu olan okul, doğa projelerine sahip olmayı amaçlıyor. Okulda, elektriğin güneş panellerinden sağlamak ve böylece sürdürülebilir bir enerjiye sahip olmak için deneyler yapılır. Ekolojik bir çevreyi teşvik etmek de okulun programının bir parçası aynı zamanda.

PTG ile ilgili daha fazla bilgi almak için şu adresler ziyaret edilebilir:

www.tvind.dk ve www.ptg.dk

Tvin’deki villalarda ise bakıma muhtaç insanlar yaşar. Bu insanların bakımı da, Tvin’de yaşayan topluluk tarafından ortak bir şekilde yapılır.

Tvind’in kurulması o kadar da kolay olmamış. Kurulduğu ilk zamanlar Danimarka hükümetinin de aralarında bulunduğu birçok sivil toplum örgütü tarafından desteklenmiş. Ancak; kapitalist eğitim sistemine karşı bir alternatif olarak ortaya çıkan ve gittikçe genişleyen Tvind, hükümetin hedefi haline gelir. Danimarka medyası Tvind ile ilgili karalama kampanyası başlatarak yalan haberler yaymaya başlar. Böylece, birçok yerin desteklediği Tvind, giderek küçülür. Tüm yalan yanlış haberlere rağmen kısa sürede toparlanan Tvind, kapitalizme karşı mücadelesinde kararlı bir şekilde yoluna devam eder. Komünal ve sürdürülebilir bir yaşamı esas alan, bireyin değil; topluluğun çıkarlarını gözeten Tvind, bu nedenledir ki fark yaratmak isteyen tüm gençleri kurdukları yaşama davet eder.

Kaynak: Gaia Dergi

Tek Kullanımlık Plastikleri Hayatınızdan Çıkaracak 10 Öneri

Plastikler günümüzde cep telefonundan uçağa, gözlükten ilaç kutusuna, diş fırçasından yapay kalp kapakçıklarına kadar hayatımızın her alanında bir yere sahip.

Hayatımıza konfor, kolaylık, hız ve kalite sağlayan plastikler, yanlış ve aşırı kullanım nedeniyle çevre kirliliği sorunlarına neden oluyor. Her birimiz kullandığımız ve attığımız plastikler ile ‘Plastik Ayak İzi’ne yol açıyoruz. Peki, plastik ayak izimizi azaltmak mümkün mü?

Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği (SÜT-D) Başkanı ve İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu, Birleşmiş Milletler tarafından bu yılki 5 Haziran Dünya Çevre Günü temasının “Plastik Kirliliğini Yen” olarak seçildiğini belirtti.

Tek kullanımlık plastik kirliliği ile mücadele için dünyanın bir araya geldiğini ifade eden Prof. Dr. Karaosmanoğlu, bizim de ülkemizde öncelikle tek kullanımlık plastik kirliliğinin önüne geçmek için seferberlik yapmamız gerektiğini vurguladı.

Kullandığımız plastiklerin yarısının tek kullanımlık ve atılan ürünler olduğunu aktaran Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu, plastik ayak izimizi azaltarak çevre kirliliğinin önüne geçmek için 10 öneri sıraladı:

1- Plastik yerine paslanmaz çelik çatal, kaşık ve bıçak kullanalım.

2- Plastik pipet kullanımından vazgeçelim.

3- Alışverişe giderken yanımıza file veya pamuklu alışveriş çantaları alalım.

4- Ofisimizde plastik ya da içi plastik film kaplı karton bardaklar yerine kendi bardaklarımızı götürerek çayımızı, kahvemizi tüketelim.

5- Plastik şişeden su içmek yerine; bir su kabı ya da matara edinelim.

6- Biyobozunur diş fırçası tercih edelim.

7- Bulaşık ve çamaşır deterjanları ile sıvı sabunların ambalajlarını yeniden kullanalım. Bunun için deterjan ve temizlik malzemelerinin satılan büyük boy yedek şişelerini alıp küçük şişelerimize dolduralım.

8- Kulak temizleme çubuklarını ihtiyacımız kadar kullanalım.

9- Plastik ambalajları kullandıktan sonra geri dönüşüme göndermeden önce evimizde yeniden nasıl değerlendirebileceğimize bakalım. Kullanım ömürlerini uzatalım. Plastik ambalajlardan çiçekler için çok şık saksılar ya da sokak hayvanları için su ve mama kapları yapabilir.

10- Kullandığımız plastikleri sadece birer atık olarak görmeyelim. Plastiklerin döngüsel ekonomide geri dönüşümün en önemli hammaddelerinden biri olduğunu bilerek, atık endüstrimiz için geri dönüşüm kutularına atalım.

Prof. Dr. Karaosmanoğlu, “Değerli bir malzeme olan plastikleri kullanırken bilinçli olmamız gerekiyor. Elimize aldığımız plastik bir şişenin suda 450 yıl bozunmadan kalabildiğini unutmadan tüketmeliyiz. Tek kullanımlık plastik tüketimini önce hızla azaltmalı. Sonra da reddetmeliyiz. Tek kullanımlık plastik tüketimine son vermeliyiz” dedi.

Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu, Birleşmiş Milletler tarafından açıklanan plastik kirliliği rakamlarına göre, son 10 yılda, geçen 100 yılın toplamından daha fazla plastik üretildiğinin ve atık plastiklerin tüm atıkların yüzde 10’unu oluşturduğunun altını çizdi. Plastik kullanımını azaltmanın ceza ya da sınırlama ile mümkün olamayacağını da ifade eden Prof. Dr. Karaosmanoğlu, sürdürülebilir tüketim yaşam tarzımızla, plastik ayak izimizi çevreye dost oranlara çekebileceğimizi bildirdi.

SÜT-D Hakkında:
Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği (SÜT-D), “Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim” olgusu konusunda bilgi ve kapasite oluşturmak, konunun farkındalığını artırarak, ulusal ve uluslararası etkinliklerle yaygın etki yaratmak hedefi ile 2013 yılında kamu, iş ve akademi temsilcilerince kuruldu. SÜT-D tüm etkinliklerinde resmi erk, yerel yönetimler, üniversiteler, iş dünyası, sivil toplum örgütleri ve medya ile yakın iş birliğinde olma ve “Sürdürülebilirlik” kavramının tüm sosyal ve teknik yönleriyle uğraş vermeyi öncelikli görerek, yerküre için yeşil sivil gücünü ortaya koymaktadır.
www.sut-d.org

Kaynak: Yeşilist

Yetişkinler İçin Kitap Önerisi: Dijital Dünyada Çocuk Büyütmek

Bilinçli teknoloji kullanımı için neler yapılabilir?

Teknolojinin hızla geliştiği dijital bir çağda yaşıyoruz. Ve ebeveynlerin çocuklarını bu dünyadan uzak tutabilmeleri pek de mümkün görünmüyor. Eğer bilinçli teknoloji kullanımı için neler yapılabileceğini bilimsel kaynaklarla öğrenmek ve çocukların dijital alışkanlıklarını yeniden analiz edebilmek isterseniz bu kitap tam da size göre olabilir.

Teknoloji ve çocuk gelişimi uzmanı Kristy Goodwin tarafından kaleme alınmış olan kitabın amacı, dijital dünyada çocuk yetiştiren ebeveynlerin bu süreçte karşılaştığı zorlukları ve korkularını, onların yerine bilimsel araştırmalar koyarak ortadan kaldırmak. Ebeveynlerin çocuk yetiştirirken nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda faydalı bilgileri, çocuk yetiştirmede önemli yapı taşlarını ve teknolojinin bunlara olan etkilerini de kitapta bulabilirsiniz.

Teknolojinin yaşa uygun ve bilinçli kullanımının çocukların gelişimini destekleyip güçlendirdiğini savunan kitapta, aynı zamanda nörolojik ve çocuk gelişimi ile ilgili veriler de bulunuyor.

Kitaptan Öneriler

1. Kendi teknoloji alışkanlıklarınız konusunda dikkatli olun – çocuklar doğal olarak bizim alışkanlıklarımızı benimser, bu yüzden çocuklarımızın yanında teknolojiyi nasıl kullandığımız konusunda çok dikkatli olmamız elzemdir. Ayrıca teknolojiden bağımsız zamanlar belirlememiz ve sosyal medyaya aşırı önem atfetmekten kaçınmamız da gerekir.

2. Evde teknolojinin kullanılmadığı alanlar ayırın – teknolojinin girmeyeceği yerler belirleyin.

3. Ekran başında geçirilen zamanı bir ödül (ya da ceza) olarak kullanmaktan kaçının – çocuklar her gün ekranları izleyebilmek için çaresizlikten köpeği yürüyüşe çıkarma, masayı kurma ya da yataklarını toplama sözü verebilirler. Ama ekran başında geçirilen zamanı bir ödül olarak kullanmak, bu vakti çocuklar için çok daha önemli kılacağı için zarar verici olabilir. Çocuklar ekranları tercihen günlük yaşamlarının bir parçası olarak görmeli ve en önemlisi de onları uygun biçimde kullanmayı öğrenmelidir.

4. Ebeveyn kontrolleri ve filtreler kurun – küçük çocukların hangi içerikleri görüp kullanabileceklerine karar verin. İnternette ne yaptıklarını aktif biçimde izleyin (kontrolleriniz ve filtreleriniz kurulmuş olsa bile).

5. Katı kurallar belirleyip uygulayın – ekran başında günde ne kadar zaman geçirecekleri konusunda. Onlar cihazı açmadan önce bu konuda net olun – cihaz bir kez açılınca artık çok geç kalınmış olur.

6. Cihazları kendilerinin kapaması konusunda çocukları teşvik edin – bu önemsiz görünebilir ama televizyonu hemencecik, öfkeyle bizim kapamamızdan ya da tableti ellerinden çekip almamızdan çok farklıdır. Bize pekiştirip teşvik edebileceğimiz olumlu bir şey verirken, cihazı kendileri kapayınca kontrolün kendilerinde olduğunu hissetmeleri de olasıdır.

7. Yedek planınız olsun – çocuğunuz cihazı kapadığında severek yapacağı bir aktivite bulun. Ayrıca bir can sıkıntısı panosu (bir ekransız fikirler listesi) oluşturun, çocuğunuz bu listeden cihazı kapadıktan sonra yapabileceği bir aktivite seçebilir.

Bu yazıda Dr. Kristy Goodwin’in Dijital Dünyada Çocuk Büyütmek adlı kitabından yararlanılmıştır.

Kaynak: Türkiye Zeka Vakfı